Gerçekten Ne Yapmalı? – II: Siyasetin Finansmanı ve Siyasetin Yaptığı Finansman

YUSUF AKŞEKER (yakseker@gmail.com)

Nemo judex in causa sua[1]

Eski tablo, mevcut tablo ve bu tablodaki değişik yerimiz üzerine yazmaya çalışmış, adalet talebimize esastan değil usulden katkılar vermeye, yol üzerine tartışmaya çalışmıştık. Adaletin esasından söz etmek istesek bunun için yorulmak yerine okuyucuya Cumartesi Anneleri’nin yalnız birkaçının hikayesini okumayı (örn. Faruk Eren, Kayıp Bir Devrimin Hikayesi) tavsiye etmekle yetinirdik.

Sırf muhataplarım itibariyle, yüreği ezilenlerle birlikte atanlarla değil toplumumuz bakımından da, saf addedilmek pahasına demek isterim ki, neyin adil neyin zulüm olduğu konusunda bir ihtilaf olduğunu düşünmüyorum. Diğer taraftan; barış sürecini de savaş sürecini de aynı oranda içselleştirme kapasitesi bakımından halkımızın irfanının da abartılmaması gerektiğini düşünmüyor da değilim.

Biri birinin bir hakkını ihlâl etse ve bu durum tamamen şahsi nedenlere dahi dayansa, ihlâle uğrayan, ihlâl edenden biraz daha zayıf ise söz konusu ihlâlin giderilmesini eliyle sağlayamayacaktır. Pek çoğu durumda Allah’a havale edecek, kalan durumlarda da, elinde bir delil var ise, hukuki araçlara yönelecektir. Hukukun araçlarının bir hakkın ihlâline yaklaşımının siyasal düzeni tarif ettiğini açıkça söyleyebiliriz. Öyleyse gündem bildiğimiz kişisel veya toplumsal her hak ihlâli, siyasidir ve böyle oldukça anayasal düzeni ilgilendirmektedir. Konuları Magna Carta’dan almakla çokça eleştirildiğimden konunun özüne hızlıca geleceğim.

Medi Belortaja’ya ait bir çalışma. Kaynak: toonpool.com

Ülkemizde biz vatandaşların ve kamunun hakları istikrarlı bir şekilde ihlâl edilmekte, Yasa’nın ihlâli gerek fiili gerek makyavelist anlatılarla normalleştirilmektedir. Bunlar; adaletin varlığına yönelik inancı tüketmektedir. Konu yani adalete sürekli olarak mâni olanlar, yalnızca kamu görevini kötüye kullananlar olsa iyi. Bunlar burnu, söylemek zorundayım ki, boktan kalkmayanların herzelerinin açığa çıkmaması uğruna yargılanmamaktalar (bkz: Hrant Dink davası).

Anayasal düzen, adaleti tesis edebilir mi, hukuk adalete mâni olabilir mi gibi sorular çok değerli olsa da dikkatli bakıldığı ve dikkatli yorumlandığında; her şeyin, kitabına uydurulamayacağını tespit edebiliriz. Aynı, hiçbir cinayetin kusursuz olmaması gibi.

Öyleyse adaleti, kendi düzeni içinde sağlamaya çalışmak ve çalışmamak şeklinde iki seçeneğin önümüzde belirdiği apaçıktır. Daha açık ifade etmek gerekirse; ya anayasal düzenden güç almak suretiyle adaletin işleyişine katkıda bulunuruz ya da meşhur söz ile hukuk iktidarın fahişesidir deriz. Bizim, biraz mecburiyet biraz yönsüzlükle, tercih ettiğimiz ise üçüncü seçenek: Hem öyle hem böyle. Yani aynı iktidar sahipleri gibi hukuk yerine göre bir put yapılıp yeniyor, işimize yaradığı müddetçe biz de bu seçeneğe iyi niyetlerle başvuruyoruz.

Üçüncü seçeneğin bir takım gerçekçi yanları olsa da neticede haklarımız için dişe dokunur bir faydasını göremiyoruz. Bence bu noktada radikal olarak birinci seçeneği, anayasal düzenden güç almak suretiyle adaletin işleyişine katkıda bulunmayı, takip etmekten başka bir yolumuz yok. Bu ne demektir, bir demokratik cumhuriyet olduğunu iddia eden bir devletin vatandaşı olduğumuzu hatırlamak ve vatandaşlıktan gelen güce dayanmaktır. Peki bunun nasıl bir anlamı vardır; sivil siyaseti siyasal partilerle yürütülmesi gereğidir. Aynı zamanda ülkesel siyaset anlamına gelen bu seçenekte öncelikle temsil organına şeklen girmek amaçlanır.

Beylikdüzü metrobüs durağında sabah 6.45’te kibar bir şekilde metrobüse adım atılamayacağını bilen her kimse değil siyaset, yaşamın tüm alanının mücadele olduğunu bu mücadelenin güce bakan bir tarafının olduğunu teslim eder. Bu bakış açısının merkezi noktası bükemediğin eli öpeceksin’dir. O el öpülmez veya öpülmemelidir kardeşim dediğin zaman ahlaki bir tavsiye vermiş olmaktan başka bir şey edilmez. Hukuku ise ahlaktan ayıran nokta ihlâlin yaptırımının daha somut olmasıdır. Eli bükülmeyen elini her zaman öptürür, meğer ki ortada yasası olsun. Zira yasası var ise, insanlık tarihinin kazanımlarını kabul etmek gerektir, o el öpülmez.

Temsil organı güçlü müdür peki? Ülkemizde 82 Anayasası ile zaten zayıf olan temsili demokrasi, yürütme sisteminin değişmesiyle daha da tıkanmıştı. Esasen partisinden aldığı destek günden güne azalan Tayyip Erdoğan, koalisyon hükümeti kurduracağına ittifak düzenini icat ederek tam aksine siyasal gücünü arttırarak devam ettirdi. Hatırlanacağı üzere yirmi yıldır ülkeyi yöneten zat, son seçimi ikinci turda %51,91 oy oranıyla kazanmış, ikinci tura kalan seçimde katılım oranı biraz düşerek %85,72 ile tamamlanmıştı. Ankara’nın orta yerinde kendi adamını öldüren bu ittifak düzeninin bir suç ortaklığı olduğunu hatırlatmama gerek yok sanıyorum. Kurdukları cümleler sebebiyle birbirinin yüzüne bakamayacak insanlar tüm cümlelerini bir anda yutarlar. Bir anda derken lafın gelişi. Peki seçmenimiz yutar mı yutarsa nasıl yutar, bu kara rejim nasıl devam eder, hukukun düşmanları adalete hiç mi hesap vermez. Kimse kendi davasının yargıcı olamaz; kimse kendini temize çıkaramaz. Adalet mülkün temeliyse mülk, önce adalete boyun eğecektir. Nihayetinde kazanmak gerçeğin de yanısıra hukukun da kaderidir.

Siyaset ve siyasete katılım

Bir Beylikdüzü metrobüs durağında sabah 6.45’te kibar bir şekilde metrobüse adım atılamayacağını bilen her kimse değil siyaset, yaşamın tüm alanının mücadele olduğunu bu mücadelenin güce bakan bir tarafının olduğunu teslim eder. Bu bakış açısının merkezi noktası bükemediğin eli öpeceksin’dir. O el öpülmez veya öpülmemelidir kardeşim dediğin zaman ahlaki bir tavsiye vermiş olmaktan başka bir şey edilmez. Hukuku ise ahlaktan ayıran nokta ihlâlin yaptırımının daha somut olmasıdır. Eli bükülmeyen elini her zaman öptürür, meğerki ortada yasası olsun. Zira yasası var ise, insanlık tarihinin kazanımlarını kabul etmek gerektir, o el öpülmez. Ancak eli öpmesek bile birinin galip birinin mağlup olduğunu, birinin varsıl birinin yoksul olduğunu biliriz. Biri çıkar der ki; “İktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir” biliriz ki bunlar hakikatin düşmanlarıdır.Oysainsandan, hukuktan, adaletten, eşitlikten söz eden bizler oldukça kalabalığız. Gerçeklerden de beslendiğimiz için ne korkuyor ne de taviz veriyoruz. Üstelik bilen çoğunluk da gerçeklerden yana. Herkes geminin su aldığını, kaptanın yalan söylediğini, zarların hileli olduğunu[2] bilirken neden bu zarları tutanlar kazanır.

Kısaca söylemek isterim ki; yöntemimiz kazanmak üzerine değil. Okumalarımız ise fiilen söylenmek derecesinde kısmen. Siyaset, gerçeği bükenlerle gerçeği haykıranlar arasında gerçekleşen bir şey değil oysa hepimiz bunu biliyoruz. Bürokrasinin her kısmında örgütlenen Fethullahçı klik, iktidarı eski ortaklarından alabilmek adına o güne kadar çok iyi bildikleri yolsuzlukları o gün ortaya dökmelerinden beri siyaset gerçekten sarpa sardı. Ortaya kumpas girince beka denilen mefhum da siyasi hayatımıza giriş yaptı. O günlerden beri pisliklerden her bahseden, muhtemel bir hesap sahibi olduğundan, pisliğin sahiplerinden daha fazla töhmet altına girdi. Biz sıradan insanlar ise geçmişi bilmiyor gibi darbenin gerçekliğini sorguladık. Siyasi partiler de iktidara yapılan kumpası zor anladılar. Anladıklarında ya da kapalı kapılar ardında kendilerine olanlar anlatıldıklarında, partiler muhtelif hesaplar da güderek iktidara karşı yumuşadılar. Ama takke düşmüş kel görünmüştü. Takkenin düşmesi dert edilir de kafa kelinin gözükmesi konuşulmaz. Bu da kısmen ülkemizin siyasetçi vasatıyla da alakalı. Daha olumsuz bakmak istersek; tencere dibin kara benimki senden kara. Zanlıyı yargılayan hâkimin geçmişinde sabıka olması beklenebilir mi… Son on yılın/yılların düzeninin özeti bu.

Kısaca söylemek isterim ki; yöntemimiz kazanmak üzerine değil. Okumalarımız ise fiilen söylenmek derecesinde kısmen. Siyaset, gerçeği bükenlerle gerçeği haykıranlar arasında gerçekleşen bir şey değil oysa hepimiz bunu biliyoruz. Bürokrasinin her kısmında örgütlenen Fethullahçı klik, iktidarı eski ortaklarından alabilmek adına o güne kadar çok iyi bildikleri yolsuzlukları o gün ortaya dökmelerinden beri siyaset gerçekten sarpa sardı. Ortaya kumpas girince beka denilen mefhum da siyasi hayatımıza giriş yaptı.

Peki devrimci siyaset bu konuları okuyabildi, halkın rızasını örgütleyebildi mi?

Devrimci siyaset, Marksist okumanın da verdiği zeminle, ekonomi ve siyasetin yürüme biçimini kabaca bildiğinden birtakım nazik koşulları değerlendirmekten pek uzaktı; geniş kitlelere bir aday olamamak, aday olacak koşulları oluşturamamak itibariyle neticeleri hâlâ aynı.

2911’den dava açıldığında beraat alırken, işçinin bir hak ihlâli tespit veya tazmin edilirken, bazı utanmazlar görevden alınmak zorunda kalınırken veya EYT gelirken veya kıdem tazminatı dokunulamazken vs. bunların halkın ve işçi sınıfının kazanımları olduğu kolaylıkla kabul edilmektedir, yani içimizden hiç kimse muhayyel bir devrimin gelmesi adına sosyal koşulların daha beter olmasını gerektiğini iddia etmiyor. Öyleyse cevaplandırılması gerekli soru sürekli sınıfın ve halkın kazanımları hilafına, sermayedarlar lehine hizmet veren sağ iktidarlar durdurulamadığı, solun neden iktidara aday olmak istemediği, neden kitlelere dokunulacak siyaset örülemediği değil mi? Öyleyse neden demokratik cumhuriyeti yeniden kurmak konusunda daha somut talepler dile getirilmez, soyut kazanımlar somutlaştırılmaz, sağın kazanma stratejisi bertaraf edilmez de işçi grevinde grev çadırına gitmekten ve tüm kötülüklerden bahsetmekten ibaret şekilde hariçten gazel okunur. Maalesef başka türlü ifade edemiyorum. Tüm bu sonu gelmez akıl yürütme çabalarını bir yere vardırmayı da diliyorum.

Siyasetin finansmanı

Şunun farkına varmamız gerekiyor biz demokratik araçları, her ne şekilde kullanırsak kullanalım, bir parti çatısı dışında kullanıyoruz. Fark edileceği üzere üzerinde durduğum konular bir sosyalist partinin de inkâr edemeyeceği üstelik çoğu partinin de dayandığı gerçeklerden ibaret. Bu noktada bahsedeceğim çözümlemelerin yapılmasını yahut araçların kullanılmasını bir sosyalist parti de pekâlâ yapabilir. Ne var ki; kamu adına ve kamu lehine yürütülmesi gerekli bu güç mücadelesinde hasmın böbreğine veya karaciğerlerine çalışmalı, bilemeyi bilmeli[3]. Bunun ise yolunun sosyalist siyasetten ziyade demokratik siyasette yattığını demek istiyorum. Üstelik Can Atalay gibi bir mücadele örneğimizin tahliyesinin anayasa ihlâli pahasına engellenmesini de onun sosyalist siyasetinin değil demokratik siyasetinin gücüyle ilişkili olduğunu düşünüyorum naçizane. Zira O, yıkmak değil kurmaktan söz etti, başka türlü yapmaktan, doğru yapmaktan birlikte yapmaktan… Peki demokratik siyaset fiilen nasıl yapılıyor?

Siyaset ülkemizde, her şeyden öte, biraz zenginleşen ve birkaç cümle bir araya getiren her iş insanının hayali olan bir kurumdur. Yani memurun siyaset yasağı, işçinin siyaset imkânsızlığı, emeklinin de hastalıkları olunca siyaset; esnaf/tüccara, bir de öğrenciye kalan bir iştir (istisnalarımız müstesnadır). Öğrenci için yaş itibariyle sınanmamış doğrular, tüccar için yaş itibariyle kabullenilmiş yanlışlar vardır. Öyleyse biri parasızlığın diğeri de paracılığın mücadelesini verir, diyebiliriz.

Elbette para parayı, siyaset ticareti, ticaret de siyaseti çeker. Siyasi partiler mevzuatımıza göre bir kişinin bir partiden milletvekili seçilebilmesi, partisinin ülke sathında en az kırk bir ilde ve bu illerin üçte birinde bürosunun bulunmasını, ülkenin tümünde de yüzde yediyi aşacak miktarda oy alınmasını ve seçim bölgesi itibariyle yeterli oyun alınmasını gerektirmektedir.

Siyaset ülkemizde, her şeyden öte, biraz zenginleşen ve birkaç cümle bir araya getiren her iş insanının hayali olan bir kurumdur. Yani memurun siyaset yasağı, işçinin siyaset imkânsızlığı, emeklinin de hastalıkları olunca siyaset; esnaf/tüccara, bir de öğrenciye kalan bir iştir (istisnalarımız müstesnadır). Öğrenci için yaş itibariyle sınanmamış doğrular, tüccar için yaş itibariyle kabullenilmiş yanlışlar vardır. Öyleyse biri parasızlığın diğeri de paracılığın mücadelesini verir, diyebiliriz. Ya da şöyle diyelim, tüccar verdiği mücadeleyi bir yatırım sahası gibi görmek zorunda olduğundan en azından verdiğini almak ister. Öğrenci için, tüccarın bu amorti talebi, ayıp addedilir. Öyleyse ehli siyaset aynı zamanda ehli ticarettir çoğu zaman. Ticaretin maksadı kâr maksimizasyonu ise siyaset de buna zarar vermeyecek türden bir şey olmalıdır. Ya da şöyle demek lazım; kârı en azından muhafaza ederken başka haksızlıkları düzeni bozmaksızın giderme uğraşısı. İşin kötüsü, pek de rastladığımız, kamu menfaatini hiç saymadan bir siyaset yürütülmesi. Elbette orta ve uzun vadede. Kısa vadede mükemmeller.

Kanun koyucu, seçmen iradesinin meclise yansımasını, bölgesel değil ülkesel satıhta beklemektedir. Milletvekili, Kanun’a göre halk temsilcisi olmadığı gibi seçildiği bölgenin değil tüm milletin bir temsilcisidir. Seçen ile seçilen arasındaki bu mesafe devletin, ulus devlet özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kanun’un aradığı şartların ağırlığı ise vatandaşın siyasete katılımını büyük partilere mecbur bırakmaktadır. Büyük partilerin yönetimi, seçim çalışmaları, görünür olma ihtiyaçları ise büyük bir finansın yönetilmesini zorunlu kılarken mevzuatın, finansın kaynağı konusundaki katılığı, siyasi figürleri kanun dolanmaya yönlendirir. Bu ise pek karışık şekilde ve zamana dayalı olarak ilerler, üstelik kalemşörlük denilen yöntemi de gerekli kılar. Burada elbet siyaset, muhatapları bakımından çok özgül koşulları da yaratır. Kamu ihalelerinden parti adına ve lider cebine aktarılan paylar, hiç olmadığı kadar siyaseti besler. “Bakınız” vermezsem olmayacak, bkz: Erdoğan Bayraktar. Yanlış anlamayın Hâkime hanım sadece bir partiden bahsetmiyorum.

Kanun koyucu, seçmen iradesinin meclise yansımasını, bölgesel değil ülkesel satıhta beklemektedir. Milletvekili, Kanun’a göre halk temsilcisi olmadığı gibi seçildiği bölgenin değil tüm milletin bir temsilcisidir. Seçen ile seçilen arasındaki bu mesafe devletin, ulus devlet özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kanun’un aradığı şartların ağırlığı ise vatandaşın siyasete katılımını büyük partilere mecbur bırakmaktadır.

Gazeteci Fikret Bila siyasetin finansmanında özgül koşulları şöyle açıklar: “Anlaşılacağı üzere özel hukuk tüzel kişilerinin doğrudan bağışta bulunması yasaktır. Ancak Türkiye’de bu yasak dolaylı olarak delinmektedir. İktidar yanlısı vakıflara bağış yapılabilir. Doğrudan şirketler bir siyasi partiye nakdî ve ayni bağış yapmıyorlar, yapamıyorlar. Ancak siyasi iktidarın işaret ettiği dernek ve vakıflara bağış yaparak siyasete dolaylı olarak önemli kaynak aktarıyorlar. İktidar partisiyle aynı dünya görüşüne sahip olarak önceden kurulmuş veya iktidar döneminde kurulmuş dernek ve vakıflara aktarılan bu kaynak, dolaylı olarak Siyasetin Finansmanı anlamına geliyor. Çünkü bu dernek ve vakıflar, iktidarın savunduğu görüşlere uygun şekilde eğitim vererek, kurs ve seminerler düzenleyerek, öğrenci yurtları yaparak, o yurttaki öğrencileri belli bir siyasi görüşe yönlendirerek, maddi olanaklarından bu kesimleri burs veya gıda, yakacak, giyecek yardımlarıyla oy ve destek topluyorlar. Sonuç olarak bu bağışlar doğrudan siyasi parti üzerinden değil ama destekçisi yan kuruluşlar üzerinden Siyasetin Finansmanı’nda kullanılmış olmaktadır. Yine büyük ihaleler alan firmalar gelirleri arttıkça iktidara yakın dernek ve vakıflara bağışta bulunabilirler. Para havuzu kurulabilir. Büyük devlet ihaleleri alan firmalardan alınan meblağlarla havuzlar oluşturulabilir. Havuzda biriken kaynak iktidar sahipleri tarafından kullanılabilir.”[4]

Siyasetin finansmanı konusunun bir indiragandi meselesi olarak değerlendirilmesi çoğunlukla hatalıdır. Kuşkusuz heyecanlı genç bir gazeteci gibi bakarak yol alamayız. Doktora öğrencisi Mehmet Çetin, Yeni sağ siyasal anlayış ve siyasetin finansmanı: ABD ve Türkiye üzerine bir Analiz başlıklı tezinde[5] siyasetin finansmanı üst başlığında neoliberal siyaset, yeni sağ, yolsuzluk, politik yozlaşma, şeffaflık konularını çok yerinde işliyor. Tam tarifiyle sağ siyasetlerin önderliğini yaptığı neoliberalizm sistemine halkın rızasının nasıl üretildiğini ifşa ediyor. Tezde yer verdiği “Siyaset ve para arasındaki sorunlu ilişki ağı ortadan kaldırılmadığı ya da en aza indirilmediği sürece demokrasinin bu ilişkiden zarar görme tehlikesi ortadan kalkmış olmayacaktır. (Speck, 2008:2)”, “Ancak süreç içerisinde siyaset varlıklı kişilerin oyun alanı haline gelmiş ve bu kişiler politika için değil politika yoluyla varlıklarını korumaya veya artırmaya çalışmışlardır (Weber, 2017: 19). Varlıklı kişilerin siyaset yapmasının bu sakıncasını dile getiren Weber mülksüz kişiler tarafından siyaset yapıldığında da rüşvet benzeri yasadışı yolların doğabileceğini dile getirmiştir (Weber, 2017: 20-21).” şeklindeki alıntılarla solun bildiği ve fakat sol siyasetlerin hedefe matuf çözümlemelerle programlaştırmayı beceremediği gerçekleri dile getiriyor. Siyasetin finansmanı araçlarının her düzeyde kullanımı diğer etmenlerle birlikte iktidara rızayı üretmeyi kolaylaştırırken kamunun tüm kesimlerinin orta ve uzun vadeli sosyal hakları hilafına bir durum yaratmaktadır, diye tekrar etmekte fayda görüyoruz. Belirtmeden geçilemez ki, genel seçimlerin beş senede bir yapılması, ülkemiz ekonomik gelişmişliği bakımından, öznelerinin profesyonel siyasete devam için beş senelik bakmayı zorunlu kılıyor olduğundan, kamusal hakları genişletmeyi hedef alacak ufkumuzdaki siyasal bilincin, orta ve uzun erimli ekonomi politiği kuracağını ve izleyeceğini deklare etmesi gerekir.

Siyasetin finansmanı araçlarının her düzeyde kullanımı diğer etmenlerle birlikte iktidara rızayı üretmeyi kolaylaştırırken kamunun tüm kesimlerinin orta ve uzun vadeli sosyal hakları hilafına bir durum yaratmaktadır, diye tekrar etmekte fayda görüyoruz. Belirtmeden geçilemez ki, genel seçimlerin beş senede bir yapılması, ülkemiz ekonomik gelişmişliği bakımından, öznelerinin profesyonel siyasete devam için beş senelik bakmayı zorunlu kılıyor olduğundan, kamusal hakları genişletmeyi hedef alacak ufkumuzdaki siyasal bilincin, orta ve uzun erimli ekonomi politiği kuracağını ve izleyeceğini deklare etmesi gerekir.

Siyasetin yaptığı finansman

Siyasetin finansmanı konusu zaman zaman düşük perdeden gündem edilse de muhalif siyasetlerin bu konuyu esas gündem haline getirmemeleri, diğer ifadeyle ifade etmekte mahsur olmayacaktır ki temiz siyaset taleplerinin pek dillendirilmemesi gerçekten ibret vericidir. Siyasetin finansmanı konusunda yine biraz daha farklı olarak siyasetin yaptığı finansman konusu ise hiç gündem edilmemektedir. Karşılıklı olarak birbirini besleyen sürece ilişkin bu ifadeden şunu iddia etmekteyim; mevcut iktidar başta olmak üzere muhalefetiyle birlikte bütün siyaset, toplumun rızasını diğer ifadeyle siyasete katılımını kısmen rüşvet ile temin etmektedir. Kimsenin bunu değiştiresi olmadığı gibi cesareti de yoktur. Kanaatimi ifade ettiğimi düşünüyorum ancak yeniden ifade etmek gerekir ki; rejimi ifşa etmeden, rejimi değiştirecek programı yazmadan, modelleştirmeden, anlatmadan rejimi değiştiremeyiz.  Bu rejim kabaca şöyle işler;

  1. Yoksullar, sosyal yardımlar/destekler üzerinden iktidar tarafından siyaseten iradesizleştirilmeye çalışılır, büyük ölçüde de başarılır. Desteklerin bağlanması siyasetin kılcallarında yer alan parti gönüllüleri ve tüccarlar aracılığıyla gerçekleştirilir. Belediye veya Kaymakamlık veya başka bir kamu kuruluşu gelen referans üzerine seferber olmaktadır. Birgün Gazetesi’nde yayınlanan yazıda[6] geçen sene kaybettiğimiz hekim Ergün Demir ve meslektaşı Güray Kılıç “Artık gerçek yoksulluk envanterine ulaşılamamaktadır. Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemi ile çıkarılan ‘Yoksulluk Envanteri’ resmi verileri gizlense bile fikri takip sonucu gerçeklerin gün yüzüne çıkma gibi huyu vardır. Kasım 2014 ve Kasım 2021 tarihlerinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na Aile ve Sosyal Hizmetler bakanları tarafından sunulan 2015, 2022 yılı bütçe sunum kitapçıklarında yoksulluk envanterine kayıtlı hane ve kişi sayısı birlikte, 2 Kasım 2022’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın 2023 yılı bütçe sunuş konuşmasında ise sadece kişi sayısı belirtilmiştir. Bakan’ın 2023 yılı bütçe sunuş konuşmasına göre; 84,6 milyonluk Türkiye nüfusunun 60 milyonu ekonomik ve sosyal yardım alabilmek için Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemi’ne kayıt yaptırmış. Buna göre asgari yaşam standardının altında gelire sahip olan ve aldıkları sosyal yardımlar ile en asgari düzeyde yaşamaya çalışan, yoksulluk envanterine kayıtlı kişi sayısı Türkiye nüfusunun yüzde 70,9’una ulaşmıştır. Bakan, 2021 yılında sosyoekonomik verilerine ulaşılan bu 57,7 milyon vatandaştan ve 17,7 milyon hane ile 2022 yılında ise 60 milyon vatandaştan kaçına sosyal yardım yapıldığını da açıklamalıdır. Bu tablo son yıllarda vatandaşların hızla yoksullaştıklarını göstermektedir. Ücretli kesimin alım gücünün gerilediği, enflasyon oranın arttığı, işsizliğin tırmandığı bu koşullarda yoksullaşma ve geçim sorununun şiddetlenmesi nedeniyle ailelerin çoğunun yaşamlarını en asgari düzeyde sürdürebilmek için sosyal yardım programlarından destek aldığı görülmektedir.” Burada konu etmeye çalıştığım yoksul sınıflara destek bağlanmaması değil, devletin sosyal devlet niteliğinin iktidar partisi elinde bazen sopa bazen minnet aracı olarak silah edildiğidir. Bu konuda basında yer alan usulsüzlüklerden daha bahsetmeye gerek bile görmüyorum zira bu konu savcılıkların görevi. 

Yoksullara iktidar ajanlarının kolaylıkları ve kamusal imkânlarla sağlanan parasal yardımın dışında farklı kamusal hizmetlerine ulaşım konusunda sağlanan kolaylık da destek başlığı altında değerlendirilebilir. Söz gelimi özel hastaneye gidecek durumu olmayan vatandaşlarımız iktidar partisindeki hatırlı dostlarından muhtelif hastanelerde randevu alınmasına kolaylık talep etmekte ve bunlar iktidar partisi gönüllülerince layıkıyla sağlanmaktadır. Onlarca örnekten çok küçük bir diğeri ise; vasıfsız işçi vatandaşların mümkünse belediyeler ve sair kamu kurumlarda işe alınmasıdır. Bu şekilde gerçekleşen münferit destekler (dokunuşlar), kamu hizmetlerinde bir kısım yoksul lehine diğer yoksullar aleyhine imtiyazlar sağlamaktadır. Parti gönüllüleri veya çalışanlarının üstelik iyiniyetli olduğuna kuşku duyulmayan bu destekleri, partiyi manevi yönden güçlü ölçüde beslemektedir.

  • Orta sınıflara, vergi kaçırmak imkânı verilmesi üzerinden rüşvet dağıtılmak istenmektedir. Sabah gözünü Halk TV ile açan bir berbere, yahut barosunu seven muhalif bir avukata veya sade bir hekime, gerçek gelirini beyan etmesi konusunda baskı yapılmaması veya vergi incelemesi yapılmaması veyahut başkalarının fişlerini kullanmasına izin verilmesi suretiyle rüşvet verilmek istenmektedir. Küçük esnaflar bakımından da durum aynıdır. Avrupa ülkelerinde bir Euro’nun kaçırılması mümkün değilken ülkemizde vergi inceleme memurlarının niteliksizleştirilmesi[7] ve sayılarının azaltılması, vergi incelemelerinde mükelleflere tanınan fazla hoşgörü, vergi yapılandırmalarının rutin hale gelmesi ve matrah arttırımları, usulsüzlükleri hep yasallaştırmaktadır. Ülkemizde dürüstlük, ahde vefa, borca sadakat maalesef çok uzun yıllardır enayilik olarak görülmektedir. Şahsen senelerdir başkasının faturasını usulsüz olarak kullanan vatandaşlarımıza gelir idaresi başkanlığının nasıl da bir şey demediğini merak etmekteydim; meğer olayın özü buymuş. Hal böyleyken orta sınıf/küçük mükellef kamu zararının bir yönüyle suç ortağı olunca rejimin devamından yana olmakta yani isyankâr olmamaktadırlar. Bu arkadaşlar kendisinden çalınan vergilerin kısmi bir iadesi olarak da görmekteler bu işi. Ayrıca bu arkadaşlar, kara rejimin inşasında onulmaz bir yere sahip CHP’ye de oy vermekteler. Bu da işin diğer bir veçhesidir. Canı yanana Apranax olmadı Arveles hesabı. Örneğin bu parti, programına vergi incelemeleri arttıracağını dese oy kaybetmekten de korkmaktadır. İki kesim de (yoksullar ile orta sınıflar) birbirinden nitelik olarak farklı gibi gözükse de vatandaşın siyasete onayına (rıza üretimine) altlık olmaktadır. Yine oy kaybetme korkusuyla anlattığımız vergi yapılandırması siyasetine de imar aflarına da (yani vatandaş arasında vakayı adliyeden kabul edilen usulsüzlüklerin herhangi birine) karşı çıkamamaktadır CHP by the way. Bütün bunlar ve sayamayacağımız örnek de tümüyle orta sınıflar ve gibilerine rüşvet kapsamındadır.

Avrupa ülkelerinde bir Euro’nun kaçırılması mümkün değilken ülkemizde vergi inceleme memurlarının niteliksizleştirilmesi ve sayılarının azaltılması, vergi incelemelerinde mükelleflere tanınan fazla hoşgörü, vergi yapılandırmalarının rutin hale gelmesi ve matrah arttırımları, usulsüzlükleri hep yasallaştırmaktadır. Ülkemizde dürüstlük, ahde vefa, borca sadakat maalesef çok uzun yıllardır enayilik olarak görülmektedir.

  • Üst sınıflara ve sair yandaşlara; bu vatandaşlara ballı kamu ihaleleri kaymaklı vergi kolaylıkları, gerekirse hedefe özel sübvansiyonlar, acele kamulaştırmalar, kapalı ihaleler ve akla hayale gelmeyecek çeşit türlü kolaylıklar sağlanmaktadır. Rejime kara rengini veren fakat bayrağa al rengini veren olarak anlatılan tüm yaratıcı hikayeler bu alanda gerçekleşir. Ülkemizde en çok bir kısım şahıslar lehine düzenleme yapılan kanunların başında Kamu İhale Kanunu ve Devlet İhale Kanunu gelmektedir. Pek kıymetli gazetecimiz Çiğdem Toker’in Kamu İhalelerinde Olağan İşler[8] kitabı gerçekten yaratıcı tüm bu yöntemleri açıkça ifade etmektedir. Haksızlık etmekten gerçekten korkmakla birlikte muhalif olan veya öyle gözüken partiler de iktidarın bu üst sınıflara rüşvet boyutundan bahsetmekle yetinirler. Koca muhalif partilerin acaba bu kadar itiraza açık bu konuları yıllardır manşetleştirmemesi çok tuhaf değil midir? Sizce muhalif partilerin Çiğdem Toker’den haberi var mıdır? Ne diyorsun arkadaş, zaten rejim adeta sermaye diktatörlüğü değil midir şimdi mi farkına varıyorsun, denip geçiştirilecek bir konu değildir bu.  Konu kamunun hakkıysa, konu mülksüzleştirme, konu kamunun ekonomik geleceği ise; örneğin Bahadır Özgür’ün muhalefet partilerince ne kadar takip edildiği turnusol kâğıdı mesafesindedir, bence. İtiraz etmekle mükellef partilerin diğer pek çok konu gibi bu konuda da sınıfta kaldığı artık apaçıktır.

Ülkemizde en çok bir kısım şahıslar lehine düzenleme yapılan kanunların başında Kamu İhale Kanunu ve Devlet İhale Kanunu gelmektedir. Pek kıymetli gazetecimiz Çiğdem Toker’in Kamu İhalelerinde Olağan İşler kitabı gerçekten yaratıcı tüm bu yöntemleri açıkça ifade etmektedir. Haksızlık etmekten gerçekten korkmakla birlikte muhalif olan veya öyle gözüken partiler de iktidarın bu üst sınıflara rüşvet boyutundan bahsetmekle yetinirler.

Siyasetin üst sınıflar ve sermaye sınıfı lehine yaptığı finansman, yoksullar ve orta sınıfların rızasının elde edilmesinde iktidara dolaylı kolaylaştırmalar sağlar. Kamu kurumlarında veya kamusal iş gören işletmelerde yöneticilik yapan iktidar ajanları aynı zamanda şirketlerin yönetim kurullarında yer buldurularak işin finansman boyutunun yanında ortaklık algısını kurar. Genel itibariyle baktığımızda çıkar ortaklığı niteliği itibariyle son derece kırılgan olduğu anlaşılan yapılar iktidarın rızasının üretimi konusunda ellerinden geleni birlikte yaparlar. Yapının ahlaksız yönü dışında kırılganlığının fark edilmesi, önümüzdeki süreçte kamusal siyaset yapacak unsurların işini kolaylaştıracaktır (öyle olması beklenmelidir).

Üçüncü yazıda, kendi kapasitem dahilinde, çare arayışını, ilke arayışımızı ve siyasete müdahale biçimimizi tartışmaya çalışacağım.

#CanÇıkacakHalkınıSavunacak

#İsraileSevkiyatıDurdurun


[1] “Kimse, kendi davasının yargıcı olamaz”

[2] Leonard Cohen, Everybody Knows

[3] Hep anlatılan hikayedir teşbihte hata olmayacağı umuduyla anlatacağım; Geçimini bu işten sağlayan iki ormancı arkadaş bir ormanda ağaç keserlermiş. Birincisi erkenden kalkar, ağaç kesmeye sabahtan başlarmış, durmadan. Gün boyunca, dinlenmek için yemek için bile vakit ayırmazmış. Akşamları üstelik ikinci arkadaşından bile daha geç vakte kadar ormanda kalıp kesmeye devam edermiş. İkinci ormancı ise arada bir dinlenir, havanın kararmasını bile beklemeden paydos edermiş. Sonra aralarında bahse tutuşmuş bir hafta boyunca kim daha fazla ağaç kesecek bakalım demişler. Bir hafta sonunda hava kararmasından önce yola düşen karardıktan sonra dahi işe devam eden ikinci ormancının daha az ağaç kestiği anlaşılmış ve birinci ormancı bahsi kazanmış. İkincisi bu işe çok şaşırmış: Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken ormana gittim, senden daha geç evime döndüm. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Nasıl daha başarılı oldun, sırrın nedir” diye sorunca ikinci ormancı, mütebessim, cevap vermiş: “Bir sırrım yok, sen durup dinlenmeksizin çalışırken ben cigaramı tüttürüyor ve baltamı biliyordum. Bilemeyi bilecen…”

[4] Fikret Bila, “Siyasetin finansmanı olarak bağış”, https://t24.com.tr/yazarlar/fikret-bila/siyasetin-finansmani-olarak-bagis,25437

[5] Mehmet Çetin, Yeni Sağ Siyasal Anlayış ve Siyasetin Finansmanı: ABD ve Türkiye Üzerine Bir Analiz, https://acikerisim.uludag.edu.tr/server/api/core/bitstreams/b268c7af-33fe-42f1-a2db-6a6705317a5e/content

[6] “Sosyal yardım rüşvete döndü”, https://www.birgun.net/haber/sosyal-yardim-rusvete-dondu-419806

[7] “Mükellef sayısı artarken vergi incelemeleri azalıyor: Türkiye bazılarına vergi cenneti”, https://www.birgun.net/haber/mukellef-sayisi-artarken-vergi-incelemeleri-azaliyor-turkiye-bazilarina-vergi-cenneti-310521

[8] Çiğdem Toker, Kamu İhalelerinde Olağan İşler, Tekin Yayınevi, 2019, İstanbul.

Yorum bırakın