7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanıyla beraber direnişin çağrısına kulak vererek meydan eylemleri yapmaya başlayan bir grup genç “İsrail’le tüm ilişkiler kesilsin!” talebiyle eylemlerini çeşitli kurumlar önünde sürdürdü ve basında ve kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı. Süreç nasıl başladı, FİBG kim ve hedefi ne gibi sorulara yanıt bulmak için Filistin İçin Bin Genç üyesi iki genç ile söyleştik.
Halka Dergi Yayın Ekibi
***
Halka Dergi: Filistin için Bin Genç nasıl ortaya çıktı?
Feyza: 7 Ekim’de direnişin hareketiyle başlayan süreçte bir an önce aksiyon almak gerektiğini düşündük. İlk başta Emek ve Adalet Platformu olarak 27 Ekim’den itibaren Hamas ve FHKC’nin çağrısına icabet ederek, kendi topraklarımızda emperyalizme karşı direnişin bir parçası olmak gayretiyle meydanlarda nöbet tutmaya başladık. Bir noktada Gençlik Komiteleri’yle ve eylemlere gelen başka arkadaşlarla beraber sürdürmeye başladık bu nöbetleri. Nöbetlere devam ederken bir yandan da teorik tartışmalarımıza devam ettik. Bu teorik tartışmalarımızda ortaklaştığımız ve vurguladığımız en önemli şeylerden birisi bu hareketin anonim ve özerk bir yapıya sahip olması gerektiğiydi. Böyle bir şeye ancak gençlerin cüret edebileceği konusunda da hemfikirdik. Aslında özetle, bu şekilde Filistin için Bin Genç kurulmuş oldu.
Hareket kendine hedef olarak ne koymuştu? Bu noktada eylemleri özetlemek iyi olabilir belki. Başladığınızdan bugüne kaç ay oldu?
Ecem: Aslında 7 Ekim’den sonra pek çok grup inisiyatif alarak Filistin için sokağa çıktı, bizler de bireysel olarak bu eylemlerin pek çoğuna katıldık. Fakat bu eylemliliklerde vurgulanmayan, hatta görmezden gelinen bir şey gözümüze çarpıyordu. Sokakları dolduran bu kalabalık siyonizmi besleyen, siyonizmle işbirliğine devam eden sermayeye dair hiçbir şey söylemiyordu. Kendi aramızda tartıştığımızda vardığımız yer burasıydı, işgalciyi durdurmak istiyorsak onu besleyen her bir damarı kesmek, onu yalnızlaştırmak gerekiyordu. Bunu nasıl yapabileceğimize dair araştırmalar da yaparak bizim topraklarımızda işgali kim nasıl besliyor bunu öğrenmeye çalıştık. Burada en çok gözümüze batan şeyse Türkiye-İsrail arasındaki ihracat hacminin son 10-20 yılda inanılmaz derecede arttığıydı. Bu ihracat kalemleri aslında doğrudan işgalin genişlemesine imkân veren kalemlerdi. Bu topraklardan giden çimento, demir, çelik gibi ürünlerle işgalcilerin evleri, duvarları inşa ediliyor; bu görmezden gelinemeyecek bir şey. Zaten yıllardır var olan ve antiemperyalist bir duruş sergilemek isteyen herkesin bir şekilde ifade ettiği, karşısında durduğu NATO ilişkileri var aynı zamanda. Türkiye’de bulunan Kürecik ve İncirlik radarları tabiri caizse İsrail’in kalkanı olmaya devam ediyor. İşgalcinin petrolünün bizim topraklarımızdan geçtiğini, işgalcinin yediği yemekten giydiği kıyafete kadar bizim topraklarımızdan gittiğini gördük.
![](https://halkadergi.org/wp-content/uploads/2024/06/fibg01.jpg?w=1024)
Araştırdınız ve aslında o odakları, yani işgal işbirlikçilerini buldunuz. Şimdiye kadar nerelerin önünde eylemler yapıldı?
Feyza: İlk başta daha önce de dediğim gibi FHKC ve Hamas’ın çağrısına kulak vererek kent meydanlarında başladık. Sonrasında Manta Denizcilik, Amerika ve Almanya Konsoloslukları gibi emperyalist devletlerin konsoloslukları, Türkiye İhracatçılar Merkezi gibi yerlere gittik. FİBG’in de “çıkış eylemi” aslında İsrail’in elektriğinin yüzde yedisini sağlayan Zorlu enerjiyi protesto etmek için yaptığımız Zorlu AVM eylemiydi. Daha sonra MÜSİAD, TÜSİAD, İÇDAŞ, SOCAR gibi büyük sermaye gruplarını protesto ettiğimiz eylemlerimiz oldu, bir yandan da kent meydanlarında eylemler yapmaya devam ettik. Bugün bu röportajı yaptığımız günün ertesine de SOCAR’ın önünde bir eylem gerçekleştirilecek. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine herhangi bir şekilde zarar verilmemeli diyerek bu işbirliğinin ifşasını önüne geçmeye çalışıyorlar. Bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Çünkü en nihayetinde bu işbirliği Gazze’de gerçekleştirilen soykırımdan daha önemli değil, insanların bunu görmesi gerekiyor.
FİBG’in de “çıkış eylemi” aslında İsrail’in elektriğinin yüzde yedisini sağlayan Zorlu enerjiyi protesto etmek için yaptığımız Zorlu AVM eylemiydi. Daha sonra MÜSİAD, TÜSİAD, İÇDAŞ, SOCAR gibi büyük sermaye gruplarını protesto ettiğimiz eylemlerimiz oldu, bir yandan da kent meydanlarında eylemler yapmaya devam ettik. Bugün bu röportajı yaptığımız günün ertesine de SOCAR’ın önünde bir eylem gerçekleştirilecek.
Şimdiye kadar yaptığınız eylemlerin bir kısmında çok yoğun bir polis şiddetine ve gözaltına maruz kaldınız. 7 Ekim’den sonra yapılan çoğu Filistin eyleminde böyle bir şiddetli gözaltı ya da polis şiddeti görmedik ama FİBG’in eylemlerinde yoğun şiddet gördük. Bunun sebebi sizce ne, devlet baskı mekanizmalarını neden bu kadar işletti?
Ecem: Bunun sebebi çok açık, doğru bir hedefe işaret ediyor olmamız itibariyle biz bu şiddete maruz kaldık. Örneğin işte 6 Nisan’da Galatasaray Meydanı’ndan İstanbul Ticaret Odası’na yani bakanlığın binasına yürümek istediğimiz sırada maruz kaldığımız şiddeti herkes gördü ve herkes de büyük ölçüde tepki gösterdi bu şiddete. Hükümettekiler kendi çıkarları için belli şeyleri örtmeye çalışırken sürekli olarak yalana ya da manipülasyona başvuruyorlardı. Biz bu yalana manipülasyona göz yummayacağız ve sizin saklamaya çalıştığınız şeyleri insanlara göstereceğiz dediğimiz için bu şiddete maruz kaldık diye düşünüyoruz. Zorlu’da da gözaltı sırasında benzer bir şiddet söz konusu olmuştu. Zorlu gibi büyük bir sermaye grubunun servetinden, sermayesinden eksilecek olanlardan çekindiği için Nazif Zorlu, bu şiddete maruz kaldığımızı düşünüyoruz, güvenliklerini ya da kolluğu zenginliğinden eksilmesin diye üstümüze salıyor bu şirketler.
Feyza: Şöyle de bir şey var, Zorlu Holding geçtiğimiz 20 yılda mevcut iktidarla palazlandı, mevcut iktidarla kol kola ilerleyen bir sermaye grubu. Bu ilişkiler de çok yüksek ihtimalle bizim orada aldığımız tepkileri doğuruyor. Aslında Ecem’in dediği gibi biraz, doğru yere taş atmanın geri dönüşü olarak hükümetin yıllardır sürdürdüğü, aslında Mavi Marmara olayında da afişe olan, iki yüzlü politikayı ifşa etmeye cüret etmemiz sebebiyle bu denli yoğun bir şiddete ve baskıya maruz kaldığımızı düşünüyoruz. Güncel hükümetin Gazze’yi yeniden inşa etme gibi bir iddiası olmuştu geçtiğimiz aylarda. Bu iddianın gerçekleşebilmesi için bir şekilde işgalci ile anlaşma yapabilmeleri gerekiyor ve aslında oraya giden yol da işgalcinin tuttuğu yerden geçiyor, oradaki rantı kaçırmamak oradan bir şekilde rant devşirmek için işgalciyle anlaşması gerekiyor. Bu ticaret ifşasına bu nedenle de, buna bir engel oluşturur diye de sinirleniyor olabilirler diye düşünüyorum. Diğer yandan ne kadar şiddet baskı gözaltı olduysa o kadar tepki doğdu veya kamuoyundaki görünürlük ve destek arttı ve bunun beraberinde ticaret kesildi.
Onu soracaktım. İki önemli adım var gibi, kısıtlama ve ticaretin kesilmesi. Bunları nasıl yorumluyorsunuz? Bundan sonra bu adımların hem peşinde olmak hem de sonraki hedeflere dair?
Feyza: Aslında biz süreci çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Ekim ayının sonundan beri yoğun bir şekilde bunun üzerine eğiliyoruz. Süreci şöyle okuyoruz; ilk başta ticaret yalanlandı, sonrasında var ama sadece Filistin’e gidiyor dendi, sonrasında da ticaret ilk önce kısıtlandı. Aradan bir süre geçtikten sonra İsrail’le ticaret kesildi haberi geldi, ki kesildiği konusuna dair de şüpheli yaklaşıyoruz. Bunun üzerine de çalışmaya devam ediyoruz çünkü üçüncü ülkeler üzerinden bir şekilde İsrail’e ticaretin devam ettiğine dair iddialar var elimizde. Bazı veriler mevcut. Bir şekliyle ticaretin devam ettiğini, ticaret devam etmese dahi Türkiye’nin belirli kanallardan hâlâ İsrail’e destek olduğunu görebiliyoruz ki bunun en önemli örneği de Türkiye’den geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından İsrail’e petrol ulaşması. Son günlerde bir haber de çıktı; Türkiye petrol varili başına 80 cent gibi bir ücret alıyormuş. Zorlu’nun “çevreciliği” bahane ederek elektrik santrallerini satması da bir şey ifade etmiyor bizim için, çünkü İsrail’le süregelen ilişkisine dair bir şey söylemiyor.
Süreci şöyle okuyoruz; ilk başta ticaret yalanlandı, sonrasında var ama sadece Filistin’e gidiyor dendi, sonrasında da ticaret ilk önce kısıtlandı. Aradan bir süre geçtikten sonra İsrail’le ticaret kesildi haberi geldi, ki kesildiği konusuna dair de şüpheli yaklaşıyoruz.
Ecem: Ticaretin kesilmesinde de yapılan açıklamada belli kısıtlar var. Yani şöyle bir ibare geçiyor mesela, “Gazze’ye kesintisiz yardım girene kadar biz ticareti kesiyoruz” gibi bir açıklama yapılmış. Tabii ki ticaretin kesilmesi böyle bir şartla da olsa Filistin halkı için bir kazanımdır ama bizim asıl talebimiz kesintisiz ambargo üzerine. Ticaretin kesildiğine dair metni okuduktan sonra doğrudan bunu söylemeye başladık. Biz işgalciyi her alanda yalnız bırakmaya ve hükümetleri İsrail devletinin varlığını kabul etmemeye çağırıyoruz. Dolayısıyla “süreli değil kesintisiz ambargo” talebini de yükseltiyoruz.
Farklı farklı gruplar 7 Ekim’den beri eylem yapıyor. Çeşitli sol gruplar da küçüklü büyüklü bir şekilde eylem yapmaya başladılar ama Filistin İçin Bin Genç kamuoyunda çok farklı kesimlerden insanlar tarafından desteklendi, ilgi gördü. Sermayeyi hedef alan eylem biçimini de birçok farklı slogan biçimini de Filistin İçin Bin Genç dolaşıma soktu gibi bir gözlemimiz var. Bunu neye bağlıyorsunuz? Yani Filistin İçin Bin Genç diğerlerinin yapamadığı neyi yaptı, neyi başardı sizce?
Feyza: Yani aslında daha öncesinde Türkiye’de zaman zaman gündem olsa da hiçbir zaman istikrarlı bir şekilde gündemde tutulamayan bir şeyi gündem etmeye çalışıyoruz. Hep göz ardı edilen ama varlığını bildiğimiz bir işbirliği söz konusu. Bence bu artık insanların vicdanına dokunan, kanına dokunan bir şey haline geldi. Bunu gördükten sonra artık bir daha görmediğin haline dönebilmek mümkün değil. Şiddet içerikli ya da korkunç görüntüler görüyoruz Gazze’den ve bu görüntülerde bir şekliyle aslında bizim topraklarımızda üretilen, bizim emeğimizle üretilen ürünlerin bir payının olduğunu bilmek, bir şekliyle buna destek olduğumuzu öğrenmek bence insanların artık göz ardı edebileceği bir şey değil. Öte yanıyla da aslında kamuoyunda bu kadar ses getirmesinin sebeplerinden birisi başta da bahsettiğim gibi bizim anonim ve kendi içinde farklı bir yapısı olan, bağımsız bir hareket kurmamız olabilir. Her cenahtan insanın bize destek verdiğini biliyoruz. Bunun sebebi bizim de her cenahtan bir sürü insan olmamız aslında. Net bir siyasi ideolojinin, bir dinin ya da herhangi bir şeyin temsiliyetinin görülmediği bir toplamız, yüreği Filistin’le atan bir grup genciz yalnızca. Bence bu da her cenahtan insanın buraya bakabilmesi ve buraya destek olabilmesini sağlıyor. Bizim derdimiz Filistin ve Filistin’in derdiyle dertlenen insanlara kapımız açık dediğimiz için de aslında bu kamuoyu desteğini almış olduk. Birlikte iş yapmaya çalıştığımız insanlara “sen şucu musun, sen bucu musun?” gibi sorular sormaktansa biz Filistin’in özgürlüğünü istiyoruz, nehirden denize özgür Filistin istiyoruz ve bu yolda bizimle iş yapacaksan buyur gel kardeşim diyebildiğimiz bir yerdeyiz. Toplantılarımızı aldığımız ekibin içerisinde de bu güveni oturttuk.
Ecem: Bunu da tartışarak birbirimizle konuşarak bir diyalog zemini oturtmaya çalışarak yaptık. Bu kadar büyük destek görmesinin ya da bir yandan bu kadar tepki çekmesinin sebebi belli kutuplaşmalara göz yuman ya da işte sen solcusun, öbürü sağcı diyerek insanları sürekli olarak kimliklere sıkıştırmaya çalışan ekiplerin aksine davranmış olmak aynı zamanda. O “tanımlı” ekiplerin de tepkisini çekmiş olduk aslında. Çünkü insanların kafası karıştı. “Yani bunlar şimdi neci?” sorusunu sormaya başladılar. İçimizde sosyalisti de olabilir, sağcısı da olabilir, İslamcısı da olabilir… Bizim ortak bir derdimiz var ve böylesine bir zamanda, Refah’tan çadır bombalama haberleri aldığımız, hastanelerin vurulduğu, Gazze’nin yerle bir edildiği bir zamanda bütün bu kimliksel arka planları bir kenara bırakarak hepimizin Gazze için, Filistin için ortak bir yerden ortak bir ses çıkarması gerektiğine inanarak bu birlikteliği oturtmuş olduk, hattı bu anlayış üzerinden kurmuş olduk. Sanırım bu desteğin ve bu tepkilerin de en temel sebeplerinden biri bu. Burada önemli olan anti-siyonist, antiemperyalist, antikapitalist bir hatta mutabakat sağlayabilmek. Bugün Türkiye açısından bence bu hattın karşısında durabilecek çok fazla insan da bulamazsınız. Neredeyse herkes antikapitalist olduğunu söyler, herkes antiemperyalist olduğunu söyler, herkes anti-siyonist olduğunu söyler.
Feyza: Aslında evet, halka sesleniyoruz. Derdimiz o biz halkız ve Filistin direnişinin yanında olmaya baş koymuş bir halkız. Twitter’da falan da belki görüyorsunuzdur insanlarda. İlk zamanlarda İHH’nın ya da diğer ekiplerin eylemlerine katılan insanlar vardı. Bir yerden sonra onun işe yaramadığını gördüler. Gazze’de soykırım devam ediyor ve yaptığımız şeyler hiçbir işe yaramıyor hissi aldı insanları. Hükümettekilerin söylemleri de bence insanları buraya doğru itiyor çünkü açıkça kabul edilmiş bir işbirliği var şu anda ve bu işbirliği kabul edilmişken, insanların ideolojiye şuna buna bakmadan bir şeyler yapma isteği var. İnsanlar kendini kandırılmış da hissediyor. Orada büyük bir güvensizlik alanı açılmış oldu ve bu saatten sonra da tutup iktidarın işte kürsüden bağırarak söylediği biz şunu yapıyoruz, biz bunu yapıyoruz yalanlarına da tok olduğunu gösterdi bence bu halk. Üzerimizden yürütülmeye çalışılan planlı linçler de çok bir karşılık bulamadı örneğin. Çünkü FİBG, sözünü de gücünü de eylemlerinden, elindeki verilerin doğruluğundan ve söylemlerinin haklılığından alıyor ve insanlar da bunu görüyor. Halk desteği görünen ya da görünmeyen bir meşruiyet zemini kazandırıyor.
Gazze’de soykırım devam ediyor ve yaptığımız şeyler hiçbir işe yaramıyor hissi aldı insanları. Hükümettekilerin söylemleri de bence insanları buraya doğru itiyor çünkü açıkça kabul edilmiş bir işbirliği var şu anda ve bu işbirliği kabul edilmişken, insanların ideolojiye şuna buna bakmadan bir şeyler yapma isteği var.
Çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek isteyeceğiniz bir şeyler var mı?
Ecem: Yaptığımız ettiğimiz her şey, bütün eylemlerimiz ve açıklamalarımız Filistin halkının bir nebze feraha erişebilmesine yarıyorsa bu yaşayabileceğimiz en büyük mutluluk olur. Her zaman söylediğimiz gibi; gözümüz kulağımız direnişte, ellerimiz iş birlikçilerin yakasında. Allah’ın izniyle nehirden denize özgür bir Filistin’i görmek bize de nasip olacak. İşgalci İsrail’in Filistin topraklarını tamamen terk ettiği günleri de göreceğiz inşallah. Gücümüz kuvvetimiz bu inançtan geliyor. Bugüne kadar karşılaştığımız bütün sıkıntıları; linçleri, gözaltıları, beş arkadaşımızın haksız yere tutuklanmasını hep bu inançla göğüsledik. Bundan sonraki süreci de bu inançla sürdürmeye devam edeceğiz. Yaşasın küresel intifada!
Yorum bırakın