SÜHA TARIK KESKİN
Arap Baharı, 2011 yılında ilk şehidini verdiğinden bu yana Ortadoğu siyasetini belirleyen temel amillerden biri oldu. Öyle ki tüm coğrafya baştan başa bir değişim sürecine girdi, Arap Baharı’ndan bu yana isyanlar ve savaşlar sürmeye devam ediyor. Bir gençlik baharı olarak başlayan isyanlar, kimi yerlerde emperyalist güçlerin müdahalesiyle, kimi yerlerde darbeler ile, kimi yerlerde ise kötü politikalar sebebiyle, gençlerin elinden çalınmaya çalışılmakta. Arap Baharı eylemliliklerinin ön safında taleplerini dile getiren, bu talepler için çarpışan gençler şu an distopik rejimlerin zindanları ile zorunlu göç ile karşı karşıya.
Bahar’ın Zemini: Kaledeki Hain Olarak Gençlerin Hedef Alınması
Kuşak çatışması, insan toplulukları arasında oldukça yaygın bir sosyolojik olgudur. Öyle ki gençler, toplumun içinde var olduğu sisteme uygun hale getirilmek için, sürekli bir kimlik içinde var olmaya zorlanırlar. Öyle ki bir genç, önce erkek veya kadın olabilmek için, bir manada ailesinden ayrı bir varlık sahası inşa edebilmesi için, öncelikle kendi ayakları üzerinde durabilen bir “yetişkin” olması gerekir. Kendi ayakları üzerinde durma meselesini ise toplumlar sanayi devrimi ile beraber, özellikle içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyası, aile kurmak, anne -yani çocuk doğurmayı “başarmış” kadın- veya baba -evini besleyen ve buna “egemen” olan erkek-olmak üzerinden kurarlar. Üretimin ve sanayileşmenin dünya çapında yaygınlaşması ve gelişmesi ile birlikte son yıllarda bu algı her iki cinsiyet için de “birey sayılabilmek için para kazanabilir/imtiyaz elde edebilir kişi” tipine evrilmeye başlamıştır. Her ne kadar birey sayılmanın şartları değişime uğruyor olsa da, nihai anlamda gençlere olan bakış değişmemiştir. Öyle ki 20li yaşlarda birisi için genç olmak demek, toplumun gözünde başıboş olmak, topluma karşı potansiyel bir tehlike taşımak manasına gelir.
![](https://halkadergi.org/wp-content/uploads/2024/06/lubnan.jpeg?w=1000)
Çünkü toplum yararına bir şey yapmayarak kendini kanıtlamamış genç, tıpkı eski Türklerdeki “kahramanlık gösterince isim alma/birey olma” olgusu ile koşut bir şekilde, birey değil, ailesinin bir uzantısı ve yüküdür. Yaşlı kişiler tarafından her ne kadar gençlik romantize edilse de, gençlerin sürekli dönüşüm geçirmek zorunda olduğu bir dönemdir. Bu olgu her toplumda neredeyse geçerli olduğu için birçok gencin karşılaştığı bir sorundur. Arap gençleri de bu olgunun dışında değildir. Bundan ötürü de bu olgu, Arap Baharı’nda proaktif bir temeli arz etmektedir.
11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra, saldırıyı düzenleyen uçak pilotlarının Arap gençler olması sebebiyle tanınan Arap gençliği, ilk defa bu olayla gündeme gelmiştir. ABD siyasetinin orta yerine oturan “terörizm” diskuru Arap gençliği ile birlikte anılmaya başlanmıştır. Aynı şekilde “Neoliberal” ekonominin desteklenmesi projesi adı altında, bu saldırıdan hemen sonra, Arap diktatörlüklerine yaptığı yardımları arttıran ABD, aynı şekilde bu diktatörlüklerin “gençlik” konferansları ve projeleri düzenlemelerini sağladı, bu projelerin bir çıktısı olarak dünya çapında o dönemin akademisi, birçok tezini “Arap Gençliği ve Terörizm” söylemi üzerine kurarak yayınlar gerçekleştirmiştir.
Neoliberal ekonominin gereklerinden biri olan, sermaye üzerinde devlet kontrolünün azaltılması olgusu uyarınca, zaten sömürgeci kuvvetlerden yeni kurtulan Arap devletleri, şimdi de ABD’den yardım almalarının bir koşulu olarak, ticareti ve sermayeyi denetlemeyerek Amerikan yardımını elde edebiliyordu. 2001’den itibaren Arap diktatörlerine yardımı arttıran ABD, neoliberal ekonomiyi de bu yolla yaymaya gayret ediyordu. Bunun yanında Arap diktatörlükleri bu yardımlardan yararlanabilmek adına şu beş noktayı daha garanti etmek durumunda idi: 1- Batı’ya tehdit oluşturan Siyasal İslam’ı içermek, 2- “Terör” ile mücadele etmeleri, 3- İsrail’in varlığına bir tehdit oluşturmamaları, ayrıca Siyonist rejimin varlığını sürmesinin sağlamaları, 4- Petrol ticaretine müdahale etmemeleri, 5- Batı’ya göç dalgasını engellemeleri. Bu şartlar dahilinde Arap diktatörlükleri 2008 yılına değin ülkelerinin başında kaldılar.
Arap coğrafyasında ise genç kadroların başa geçmesi, sömürgecilik faaliyetleri sebebiyle parça parça gerçekleşmiş, bu süreçte de “devrimci nesil” yaşlanmış ve dönüşüm geçirmiştir. Bunun sonucunda genel manada Arap gençliği hayatta kalabilmek adına bir yandan işçileşmiş, bir yandan da savaşçılaşmıştır.
Bu son iki paragrafta zikrettiğimiz olgular ise 2008 yılına dek Arap coğrafyasındaki üst siyasal durumu, cari ve aktif durumu anlatmaktadır. Böylelikle Arap Baharı’nı ortaya çıkaran çelişkilerin bir tarafını özetlemeye çalışmış olduk. Buna mukabil, genel manada gençlik, tarih boyunca yukarıda zikrettiğimiz kuşak çatışmasının pasif tarafında kalmış, Sanayi Devrimi’nden sonra dönüşen dünyanın ihtiyaçları neticesinde hızlı bir şekilde aileleşmeye böylelikle “yetişkinleşmeye” zorlanmıştır. Eğitimin halk tabanına yaygınlaştırılması ile beraber ve Dünya Savaşları’nın patlamasıyla gençlik tarih sahnesine bu sefer de “asker” olarak çıkmış, toplum tarafından “yetişkin” sayılmak adına, savaşa sürüklenmişlerdir. Gençlik, Sanayi Devrimi ile birlikte belli kadın ve erkek kalıplarının baskısı altında, yeni kapitalist dünyaya adapte edilmeye çalışılmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında yükselen gençlik hareketleri, genel manada siyaseti şekillendirmekle beraber, mevcut eşitsizlikler devam etse de cumhuriyetlerin kuruluşu ve eğitim politikalarının artmasıyla bir imtiyaz alanı elde etmiştir.
Arap coğrafyasında ise genç kadroların başa geçmesi, sömürgecilik faaliyetleri sebebiyle parça parça gerçekleşmiş, bu süreçte de “devrimci nesil” yaşlanmış ve dönüşüm geçirmiştir. Bunun sonucunda genel manada Arap gençliği hayatta kalabilmek adına bir yandan işçileşmiş, bir yandan da savaşçılaşmıştır. Bu vasatta ortaya çıkan Arap diktatörlüklerinin temelini oluşturan kadrolar, devrim yapabilen “asker” ve “devrimci” gençlerden oluşmaktaydı. Bunun yanında genç asker elitinin yükselmesi Ortadoğu’da bilindik bir olgu iken, gençlerin büyük kısmı da bu süreçte ya çiftçileşmiş ya da işçileşmiştir.
2001 İkiz Kuleler saldırısından sonra Arap gençliği, dünya gündeminin göbeğine oturmakla beraber, ABD ve Batı dünyasının etkisiyle dünyadaki ve Arap coğrafyasındaki terör ve istikrarsızlığın sebebi görülerek yalnızlaştırılmıştır. Bu bakış ile birlikte genel manada gençliğin üzerindeki “yetişkinleşme” baskısı, Arap gençliğinin karşılaştığı mezkur yalnızlaştırma politikası ile birleşerek dünya kamuoyu gözünde tehlike olarak görülen Arap gençliği üzerinde sıkışmışlık hissi ortaya çıkmıştır. Her ne kadar neoliberal ekonomi kapsamında Arap diktatörlüklerine dağıtılan yardım ile gençlik projeleri oluşturulsa da, bu projeler Arap diktalarının kendi çevresindeki gençlere sunulmuş, “baltacı” denilen imtiyazlı bir sınıfın çıkmasına yol açmıştır. Bu grup rejimin “gerilla ordusu” haline gelerek imtiyazlı gençler, imtiyazsız gençlerle karşı karşıya getirilmiş, dikta rejimleri ürettiği imtiyaz ve ideolojik aygıtlar ile eylem alanlarını kontrol etmeye çalışmışlardır. 2008 yılındaki ekonomik krizden sonra gençler, sosyal yalnızlaştırmanın yanı sıra, toplumca hem yetişkin sayılmanın hem de hayatta kalmanın ön koşulu sayılan “iş bulma” konusunda gittikçe dara düşmüşlerdir. Nitekim, yüzde 45’e varan işsizlik oranları ile gençler 2011 yılına gelindiğinde her açıdan yalnız kalmıştır. Bu hali Arap Baharı’nın marşı haline gelmiş, Emel Mathlouthi’nin “Malkit” şarkısı oldukça güzel özetlemiştir.
Cemrelerin Barikatlara Düşüşü: Toplumsal Muhalefetin Kıvılcımı Olarak Gençler
2011 yılında Tunuslu Bu’azizi’nin kendini yakması sebebiyle, Arap dünyası akın akın “özgürlük” talebiyle sokağa döküldü. Nitekim gençler, herhangi bir örgütsel harekete, dört başı mamur ideolojik yapılara mensup değillerdi. Bilakis önde gençler olmak üzere protestolar birer “talep” örgütlenmesi idi. Halk, özgürlükleri kısıtlayan amillerin -diktatörlüklerin- karşısında bir talep cephesi yaratmaya çalıştılar. Bu vasatta devrimcileşen Arap gençliği, eylemliliklerini sürdürdü. Baltacı adı verilen, devletin imtiyaz alanını kullanan ve halk arasında hem ajanlık hem de gerillalık görevini sürdüren bir grup genç, muhalif imtiyazsız gençlere karşı sahaya sürülüyor idi. Örgütlü sol kuvvetlerin halkta erimek yerine, alışmış oldukları kültür savaşı pozisyonunda kalmaları, örgütsel menfaati nesnel durumun önüne koymaları sebebiyle örgütlenemeyen gençlik, kendini zaten hissettiği yalnızlıkla beraber bir anda da sürekli bayrak ve flama değiştiren sol veya sağ örgütlerin ortasında bulmuştur.
Örgütlü sol kuvvetlerin halkta erimek yerine, alışmış oldukları kültür savaşı pozisyonunda kalmaları, örgütsel menfaati nesnel durumun önüne koymaları sebebiyle örgütlenemeyen gençlik, kendini zaten hissettiği yalnızlıkla beraber bir anda da sürekli bayrak ve flama değiştiren sol veya sağ örgütlerin ortasında bulmuştur.
Buna mukabil coğrafyadaki rejim muhalifi örgütlü “sağ ve sol” hareketler, ortaya çıkan isyan karşısında oldukça şaşkın bir duruma düşmüşlerdi. Öyle ki özellikle İkiz Kuleler saldırısından beri devletin aşırı baskısı altında kalan örgütlü muhalefet, zamanla bu baskı sebebiyle eylemliliklerini “ilerici-gerici” “din-sekülerizm” tartışmaları üzerinden kültürel bir alanda ortaya koyuyordu. Çünkü sınıf savaşına dair her müdahale, diktatörlükler ve Amerika veyahut da Rusya tarafından “terörizm” yaftası ile susturuluyor, fiili mücadeleler sanki savaş kanunları geçerliymiş gibi büyük cezalarla bastırılıyordu. Bu kültür savaşına göre hepsi birer piyondu, devlet oyunu sürdürmek için sürekli onları baskı altında ve kültürel alanda tutardı. Nitekim örgütlü muhalefetteki bu durum, kültür savaşından fiili bir sınıf savaşına geçişi imkânsız hale getirmiş, bu kültür savaşı tezini aşamayan sol, günün sonunda, yeni dönemde farklı bir kültür savaşı piyonuna dönüşmüştür.
Sonuç Yerine
Yukarıda zikrettiğimiz hal ve vaziyet, günümüzde de devam etmektedir. Öyle ki Mısır, Tunus, Ürdün, Suriye gibi ülkeler düşünüldüğü vakit karşımıza çıkan tablo, Bahar’ın emperyalist sermaye sebebiyle başladığı açık iken, yine emperyalist sermaye ile bastırılmaya çalışılıyor. Bunun karşısında yine “yaşlı” devlet adamlarının ve sermayenin egemenliği altında ezilen gençler, her geçen gün bu çarklar arasında ezilmeye, Avrupa’ya göçe zorlanıyorlar. Her ne kadar bu kadar baskı altında kalmış olsa da gençlik, kimi ülkelerde, Arap Baharı’ndan aldığı ilhamla mücadelesini sürdürüyor.
Kaynakça:
Yorum bırakın