Bütün Direniş Damarları Koparılan Bir Topluma, Geçmişten Bir Nefes: İsmet Demir

SUAT YALÇIN

Demokrat Parti, İzmir Milletvekili Meh­met Salih Uzun, sivil toplum örgütleri hakkında mecliste önemli bir konuşma yaptı. 22 Mayıs 2024’te yaptığı bu ko­nuşmada, demokrasinin olmazsa olmaz ayaklarından birinin STK’lar olduğunu ifa­de ederek şu anda sivil toplumun kurutul­duğunu ve bazı baş­kanların iktidarla olan ilişkileri sayesinde pozisyonlarını koruduklarını ifade etti. Daha sonra isim vererek TOBB Başkanı Rıfat Hisar­cıkılıoğlu, Türk-İş Başkanı Ergun Ata­lay, Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bay­raktar ve Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı Bendevi Palandöken’in yerlerini korumak için uygulanan ekono­mik politikalara karşı doğru dürüst hiçbir itiraz geliştiremediklerini, bunun sonu­cunda da sivil toplumdaki itirazların iğdiş edildiğini ve kurutulduğunu söyledi.[1]

Şu anda özellikle ülkemizde gerek işçi sendikacılığı gerekse de memur sendika­cılığı bağlamında o kuruluşların başında olanlar için en önemli şey makamlarını korumak. Çünkü onlar için bu makamlar, kariyerlerin ve çıkarların maksimize edil­diği yerler veya yarın öbür gün herhangi bir siyasi partiden milletvekili, belediye başkanı olmak için tahtırevan gibi kulla­nılacak makamlar olarak durmakta­dır. Ya da o kurum­ları kendi siyasi görüşleri ve parti­leri için bir dükkân gibi görmektedirler. Dar siyasi görüş ve kadrolarını orada istihdam ederek bir hakkın değil, kendi siyasi çıkar ilişkile­rinin var olduğu yer­ler haline getirmek­tedirler.

İsmet Demir arşivinden. [Kaynak: http://www.toplumsalozgurluk.org]

Peki, bu durum hep böyle miydi? Mem­leketimiz tarihinde ve umumi efkârın­da hep mi böyleydi? Tabii ki hayır zaten özellikle benim gibi 50-60 yaş üstü ku­şağın ya kendi gördüğü ya abilerinden, büyüklerinden işittiği ya da bir şekilde okuduğu kahramanlar da vardı tabii ki, kendi sendikaları ve üyeleri adına, onların men­faatini korumak, ezilmelerinin önüne geçmek için mücadele eden ve bedel ödeyen namuslu kişiler de vardı. Bu yazımda bu isimlerden birinden bah­sedeceğim. İsmet Demir, 60lı yılların sonunda, 70li yılların başında ve ortalarında, gırtlak kanseri gibi bir illete yakalanmadan önceki zamanlarında “te­rini son damlasına kadar akıtan” birisi, efsane bir sendikacı olarak tarihteki yerini almıştı. Üstelik yapı işçileri gibi örgütlenmesi ve mücadelesi son derece zor bir iş kolunda bunu yapmaya çalış­tı. Böylesi bir çalışma ayrıca büyük bir marifet ve emek gerektiriyordu. Tam burada anmak anlamlı olur, Nazım Hikmet yapı işçilerinin göğüs gerdik­leri zorlukları 1955’te Moskova’da yazdığı şiirinde şöyle anlatmıştı:

YAPIYLA YAPICILAR

Yapıcılar türkü söylüyor,
yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.
Bu iş biraz daha zor.

Yapıcıların yüreği
bayram yeri gibi cıvıl cıvıl,
ama yapı yeri bayram yeri değil.
Yapı yeri toz toprak,
çamur, kar.
Yapı yerinde ayağın burkulur,
ellerin kanar.
Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli,
her zaman sıcak,
ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak,
ne herkes kahraman,
ne dostlar vefalı her zaman.

Türkü söyler gibi yapılmıyor yapı.
Bu iş biraz daha zor.
Zor mor ama
yapı yükseliyor, yükseliyor.
Saksılar konuldu pencerelere
alt katlarında.
İlk balkonlara güneşi taşıyor kuşlar
kanatlarında.
Bir yürek çarpıntısı var
her putrelinde, her tuğlasında, her kerpicinde.
Yükseliyor
yükseliyor
yükseliyor yapı kan ter içinde.

***

YAPI İŞÇİLERİ SENDİKASI TÜZÜĞÜ:

Başlangıç (1)

“İnsan topluluğunda “İnsan için çalışmaktan gay­rısı yalandır.” Büyük sözüne göre, her değerin özü emektir. Emeğin tek canlı kaynağı kırda kentte çalışan bütün işçi sınıfı ile emekçi zümrelerinin kolları ve kafalarıdır. Bu bakımdan Anayurdu­muzun “çağdaş uygarlık düzeyi” denilen, öteki milletlerden aşağı kalmayacak kerteye ulaşması ve verimlice kalkınması, en başta, işçi sınıfımızla emekçi zümrelerimizin çoluk çocuklarıyla sü­rünmeden, ezilmeden, rahatlık ve huzur içinde çalışmalarına, gelişmelerine bağlıdır. Çalışan in­sansız bir toplum düşünülemeyeceği gibi, hakkın aranamadığı ve alınamadığı bir medeniyet ve ilerleme de var olamaz. O inançla sendikamız, Yaradan’a sığınıp vatan müdafaası yaparcasına, işçi haklarını ve emekçi davasını savunur…” (De­mir, sf.15)

Yukarıda paylaştığım metin, İsmet Demir’in 10.08.1965 tarihinde kurmuş olduğu YİS’in (Yapı İşleri Sendikası) kuruluş tüzüğünün giriş bölü­münden bir paragraf. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kaleme aldığı bu bölümü İsmet Demir özellikle sever ve bütün işçilere bu kısmı defalarca oku­masını tavsiye eder. Metinde bir taraftan Necm Suresi 39. Ayete referans verilirken (“Şüphesiz insana emeğinden gayrısı yalandır”), diğer taraftan da Marx’tan (“Her değerin özü emektir”) ifadelere referans verilir. Bu metin aradan yıllar geçmesine rağmen eskimeyen ve Türkiye’deki emekçilerin ve sendikacıların okuması gereken çok önemli bir metindir.

Şu anda özellikle ülkemizde gerek işçi sendikacılığı gerekse de memur sendikacılığı bağlamında o kuruluşların başında olanlar için en önemli şey makamlarını korumak. Çünkü onlar için bu makamlar, kariyerlerin ve çıkarların maksimize edildiği yerler veya yarın öbür gün herhangi bir siyasi partiden milletvekili, belediye başkanı olmak için tahtırevan gibi kullanılacak makamlar olarak durmaktadır.

İsmet Demir, 1925 yılında Eskişehir’de bir işçi ai­lesinin çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Dev­let Demiryolları’nda amele olarak çalışıyordur. Ancak ortaokul birinci sınıfa kadar okuyabilir. Sonra birtakım işlerde çalışır ve askere gider. Askerlik bittikten sonra bir topoğrafın yanında iş bulur ve o topoğrafla (Ferit Koper) birlikte Türkiye Şeker Fabrikaları’nda çalışmaya başlar.

Tarımsal arazileri gezerek buralarda ölçümler ya­pıp arazilerin mikyaslı haritalarını yapar. Bu süre zarfında Trakya’da, Ege’de, İç Anadolu Bölgesi’nde çeşitli şehirlere gider. Çok çeşitli insanlarla tanışır ve başlarına bir sürü iş gelir. Hayatını köklü şekilde etkileyecek kararları bu dönemde alır. Burada İs­met Demir’in söylediklerine kulak verelim:

30 yaşına geldim hiçbir şey bilmiyorum. Bugünden sonra öğrendiklerim beni gerçek hayata kavuştur­du. Bu bakımdan şimdiye kadar öğrendiklerimin tamamını kafamdan silip atmak gerekti. Ve bunu yaptım. Fakat çok zor olduğunu da söylemek zo­rundayım. Şimdiye kadar değer yargıları olan bir takım inançları silip atmak ve yeniden işe başlamak oldukça zor fakat zevkli.

Zorluğu şuradan geliyor. Yeni öğrendiğim bilgiler üzerinde pratik bir çalışma olmadığından, yanlış iş yaptığım kanısına insan elinde olmayarak kapılı­yor ve eski inançtan koparken insanın içi burkulu­yor, tüyleri diken diken oluyor. Fakat atılan adım sağlam olunca bu düşünce yargısının ne kadar saçma olduğunu insan öğrenmiş oluyor ve ileriye daha emin adımlarla yürüyor.” (Demir, sf.20)

Anılarını 1978 yılında İsveç’teyken ve gırtlak kan­seri tedavisi görürken kaleme almaya çalışan İs­met Demir’e arkadaşları çok yardımcı oluyorlar. Tedavi nedeniyle gırtlağı delinen ve konuşamayan Demir, anılarını yazarak arkadaşlarının toparla­masını sağlıyor. Anılarını kitap haline getirmeye çalışırken çocukluğundan son dönemine kadar her şeyi anlatmaya çalışıyor. Sendika meselesine nasıl girdiğini, siyasi görüşlerinin nasıl değiştiğini anlat­tığı bölümde şöyle diyor:

“30 yıl boyunca içimde bir his beni, bir boşluk ol­duğunu ve bunun doldurulması gerektiğini dürttü durdu.

Bu dürtünün gerekçesi ortaya çıktı. İnsan kendi ki­şiliğine kavuştukça, toplum içinde yerini aldıkça, çalışma zevkine daha çok inanıyor. İnandıkça da bütün zorlukları yok ederek ileri bir adım atıyor.

Daha önce de sol lafını duymuştuk. Fakat ne de­mek olduğunu bilmiyorduk. Öğrendik ki sol demek, insanın kendisi ve kişiliğe kavuşması demekmiş. Bunu öğrenmeni istemeyen bir sürü kuvvetler var. Fakat insan bunları yok eder, kendi kişiliğine ka­vuşur.

Günlerce kafamı meşgul eden düşünceyi artık çöz­müştüm. Bundan sonra yeni bir yol çizmem gere­kiyordu. Onu yaptım. Bu olaya başlarken de, daha önce öğrendiğim bütün değer yargılarını, maddi manevi ne varsa silkip attım. Yeni bir dünyaya baş­ladım.” (Demir, sf.20)

“Daha önce de sol lafını duymuştuk. Fakat ne demek olduğunu bilmiyorduk. Öğrendik ki sol demek, insanın kendisi ve kişiliğe kavuşması demekmiş. Bunu öğrenmeni istemeyen bir sürü kuvvetler var. Fakat insan bunları yok eder, kendi kişiliğine kavuşur.”

Düşünceleri bu şekilde dönüşen İsmet Demir, öncelikle devlet dairesindeki işinden istifa eder. Sonra daha önce kurduğu arkadaşlıkları ve onla­rın bulunduğu çevreyi terk eder. Son olarak da -ve en zorlu yanı da budur- ailesini ve çocuklarını da ikinci plana iter ve yıllar sonra kendisine kızan ve sitem eden eşine hak verir. Eşinin cefakâr bir insan olduğunu ve çocukların büyümesinde esas kat­kının ona ait olduğunu itiraf eder. İsmet Demir inandığı yolda sendikal bir mücadele verirken ken­dini bağlayan her şeyi arkasında bırakır ve 1962 yılından 1974 yılına kadar, yani o ölümcül hastalık­la mücadeleye başladığı zamana kadar büyük bir mücadele verir.

Memuriyetten ayrıldıktan iki gün sonra Ankara’ya gider ve Yapı İş Sendikası ile irtibata geçer. O gün­lerde sendikaya John Thalmayer adında bir Ame­rikalı sendikacı gelip, gitmektedir. İnsanlar sendi­kada işsiz bir şekilde otururken, “İşsizliği protesto edelim, ne kadar işsiz toplayabilirsiniz?” diye sorar. Herkes bir rakam telaffuz ederken İsmet Demir, bin kişi civarında bir kitle toplayabileceklerini dü­şünür. Demir olayı şöyle aktarıyor:

“Ertesi günü (3 Mayıs 1962) alınan kararı uygula­maya koyulduk. Bir de ne görelim! Gelen kalabalık 5000 kişinin üzerinde Ve yürüyüş başladı, mecli­se geldik. Bizim geldiğimizi duyan milletvekilleri meclisin arka kapısından Volkswagen arabalara 6-7 kişi girerek kaçmışlar. Sonradan öğrendik.

O günlerde Başbakan İsmet İnönü idi. Meclise gel­di, Meclis başkanı Fuat Sirmen ve Senato Başka­nı S. Hayri Ürgüplü, ne istediğimizi sordular. İşsiz olduğumuzu ve bize iş temin etmelerini söyledik. “Gerekli garantiyi sendika başkanı Tahir Öztürk’e verin!” dedik. Ve öyle de yaptılar. Biz de meclisten ayrıldık.

Ertesi günü gazetelerin başlıkları şöyle idi. “Çıplak Ayaklılar Meclis’te”

Bu olay oldu. Ertesi günü sendikada otururken, po­lis sendikaya baskın yaptı ve yakaladığı işçiyi alıp götürdü. Olay içinde bulunanları tespit etmeye çalıştı. Netice alamadı. Fakat çok zorlu bir sopa atarak serbest bıraktılar. Bu durumu tekrar Başbakana sendika duyurdu ama herhangi bir sonuç alınamadı ve bizler yediğimiz dayakla kaldık.” (De­mir, sf.23)

Bu olay büyük bir sansasyon yaratır ve bu eylemin fikir babası olan John Thalmayer (aynı zamanda Uluslararası Ağaç ve Yapı İşçileri Federasyonu ile Tarım İşçileri Federasyonu’nun Türkiye temsilcisi­dir), bu ve bunun gibi başka eylemler nedeniyle bir müddet sonra ülkeden sınır dışı edilir.

İsmet Demir bu olaydan sonra Karadeniz Ereğli­si’ne iş bulmak için gider. O sıralar Türkiye temsil­cisi Süleyman Demirel olan Morrison şirketinde to­poğraf olarak iş bulur. Ereğli’de büyük bir işletme yapılmaktadır ve şehrin nüfusunun çok üstünde bir işçi nüfusu gelir ve çalışmak için müracaat eder­ler. Şehir tam bir keşmekeş içindedir. İşyerinde de benzer karışıklıklar vardır. İsmet Demir o şartlar­da sendikaya işçi kaydetmeye başlar. Sendika De­mir’in bölgede görev almasını ister, o kabul etmez ama sendikanın merkez delegesi olur. Bundan son­ra herhangi bir sorunda devamlı karakola çağrılır, ifadesi alınır. Daha sonra tutuklanmak üzere mah­kemeye sevk edilir. Mahkeme tutuklamaz ama hep bir şekilde tehdit altında kalır. Morrison şirketinin bölgede işi bitince, işi Foster Wheeler alır. Bu şir­kette de çalışır. Sendikal mücadelesi yüzünden hep işten çıkarılmak istenir, her seferinde işçiler İsmet Demir’in yanında dururlar. Fakat sonunda diğerleri ile birlikte birçok işçinin işine son verilir. Onun Ereğli’de kalmasını ve kendileri ile mücadele etmesini isterler ama o kabul etmez ve ayrılır. O günlere dair söyledikleri oldukça önemlidir:

“Ereğli olayları bana şu gerçeği öğretti. İnsanları sevmesini ve hiçbir karşılık beklemeden insanlara hizmet etmeyi. Bu gerçeklik bundan böyle hayatı­ma hâkim olacaktı ve oldu da.

İşçilerden gördüğüm ilgi, insanı bir ömür boyu mutlu etmeye yeter de artar bile.” (Demir, s.29)

Bu olaydan sonra İstanbul’a gelir ve daha önce Ankara’da tanışmış olduğu Suat Şükrü Kundakçı ve Arif Erim’le birlikte TÜRK-İŞ’e bağlı olan Yapı-İş Marmara Bölge Temsilciliğinde çalışmaya başlar. O sırada Ataköy inşaatları devam etmektedir. Bu sırada gelişen birtakım olaylar sonucu önce Suat Şükrü Kundakçı, daha sonra da İsmet Demir sendi­ka yönetimi tarafından, sendikadan ihraç edilirler. Bu olaydan sonra arkadaşlarıyla birlikte YİS’i (Yapı İşçileri Sendikası) 10.08.1965 tarihinde, İstanbul’da kurar. İşte İsmet Demir’in efsane sendikacılığı bu tarihten sonra başlar.

İlk iş olarak İstanbul’daki Ambarlı Termik Santra­li’nde Yapı-İş sendikasına kayıtlı işçileri, YİS’e kay­dediyor, daha sonra işvereni toplu sözleşmeye ça­ğırıyor. İşveren toplu sözleşmeden kaçınınca greve çıkılıyor ve bu arada da beş kuruş paraları yok, 20 gün sonra toplu iş sözleşmesi imzalanarak bir za­fer kazanılıyor. Sendika güç kazanmaya başlıyor.

Bu sıralarda Petrol Boru Hattı inşaatı başlıyor ve bölgeden gelen şikâyetler üzerine buraya giden İsmet Demir, Osmaniye şantiyesinden, Dörtyol’a, oradan Pirinçlik ve Siverek şantiyesine kadar bir alanda işçileri örgütlüyor ve işçilerin haklarını al­mak için işverenle kıran kırana bir pazarlık yapı­yor. Araya bürokratlar, yargı mensupları, emniyet mensupları, mülki amirler giriyor. Dahası kendisine hem rüşvet teklif ediliyor hem de suikastlar kuru­luyor. Bütün bunlara rağmen tam 1500 kilometre­lik bir alanda aynı anda greve başlanıyor. 28 Ey­lül 1966 tarihli Milliyet Gazetesi şöyle bir başlıkla çıkıyor. “Bin işçi dün kanunsuz bir greve başladı.” Bakanlar Kurulu bu grevi ertelemesine rağmen İs­met Demir grevi durdurmuyor ve devam ettiriyor. Bunun üzerine İsmet Demir tutuklanıp Siverek Ha­pishanesi’ne konuyor. 2 Ekim tarihinde Danıştay hükümetin durdurma kararını erteliyor. Yaşanan birçok olaydan sonra, işçilerin hakları alınıyor ve işçiler için çok önemli bir kazanım elde ediyorlar.

28 Eylül 1966 tarihli Milliyet Gazetesi şöyle bir başlıkla çıkıyor. “Bin işçi dün kanunsuz bir greve başladı.” Bakanlar Kurulu bu grevi ertelemesine rağmen İsmet Demir grevi durdurmuyor ve devam ettiriyor.

Bu grevle birlikte İsmet Demir Türkiye işçi hareketi içinde son derece önemli bir figür haline geliyor. İşçiler onun bir sözüyle harekete geçebiliyor. Bun­dan sonra da Kadıncık ve Şamlar Barajı inşaatların­da da örgütlenmeler başlıyor ve mücadele ediliyor. 2 Ekim 1967 günü direniş başlıyor. Bu direniş sıra­sında da bir yandan tehditler, bir yandan suikast girişimleri sürerken bir yandan da sendika içinde­ki kariyerist ve çıkarcı insanlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. İşverenin sözünde durmaması ve toplu iş sözleşmesine yanaşmaması karşısında iş­çiler Mersin’le Tarsus arasında sessiz bir yürüyüşe geçiyor ve o gün tutuklanarak yine hapse atılıyor.

İşte tam bu sıralarda kendi arkadaşlarının sendi­kanın paralarını içki ve eğlence âlemlerinde har­cadıklarını gören İsmet Demir onlarla yollarını ayırıyor ama maalesef maddi olarak çok güç du­rumda kalıyorlar. Daha sonra bulduğu imkânları çevresindeki genç arkadaşlarına sunan İsmet Demir 1960ların sonlarında bu arkadaşlarla beraber Ali­ağa Rafinerisi’nin yapımı sırasında işçileri örgütle­meye başlıyor. Bu çalışmalar sırasında kendisine Demir Küçükaydın, Sefer Güvenç, Tunç Gezgen, Kemal Sarın ve Selahattin Okur gibi genç isimler de destek veriyorlar. Bu örgütlenme ve hak arama sırasında İsmet Demir aleyhine, işveren tarafından “Bu adam Kızıl Komünisttir, Allahsızdır” denilerek bir kampanya başlatılıyor. Bu durum ister istemez işçi üzerinde menfi bir tesire yol açıyor. Bunun üze­rine Demir, Ankara’ya giderek, o sırada ODTÜ’de öğrenim gören Necmettin Giritli’yi sendikanın ba­şına geçirerek kendisi geri çekiliyor. Yapılan hu­kuki mücadele sonucunda, toplu sözleşme iptal ediliyor ve işçi greve başlıyor. Fakat daha ilk gün Ankara’dan gelip mücadeleye katılan Necmettin vurularak öldürülüyor. Bu olaydan sonra kaza­nımlar elde ediliyor ama buruk bir zafer oluyor. 22 Ağustos 1970’te meydana gelen bu olaydan sonra özellikle sendika içinde İsmet Demir’e karşı bir muhalefet başlıyor. Demir bir sene kadar müca­dele verdikten sonra, sendika iki başlı hale dönü­şüyor. Tam da o günlerde 12 Mart Muhtırası yaşa­nınca İsmet Demir tutuklanarak hapse atılıyor. 12 Mart ile birlikte uygulanan Balyoz Harekâtı bütün sivil toplum üzerinde yıkıcı bir etkiye neden oluyor.

İsmet Demir bu dönemde bir süre tutuklu kaldık­tan sonra 1974 yılında Yapım İş’i kuruyor ve İsken­derun Demir Çelik’te bir örgütlenme ve direnişe geçiyor. Bu tarihlerde hastalığını öğreniyor ve artık kendi sağlığıyla mücadele etmek zorunda kalıyor.

Demir 1978 yılında arkadaşlarının yardımıyla İs­veç’te tedavi olurken Grev ve Direnişler Üzerine, Anılar-Deneyler; İşçi Sınıfı Mücadelesinden Bir Ke­sit (1962-1975) başlıklı hatıratını yazıyor ve kendisi vefat ettikten bir sene sonra, 1980 yılında bu kita­bın basımı yapılıyor. Kitap boyunca İsmet Demir yaşadığı olayları açık gönüllülükle anlatıyor. Mü­cadelesi, zaferleri, yenilgileri, pişmanlıkları, gurur­landığı işler bunları amasız, fakatsız anlatıyor. Ki­tapta ciddi özeleştiriler de yapıyor. Kitabı okurken doğru bilinen birçok yanlışı da görüyoruz. Mesela döneminde sosyalist geçinen birçok insanın gerçek yüzlerini gösteriyor. Adalet Partisi İl Başkanı olan bir avukatın işçileri savunmasına şahit olurken, sol geçinen CHP’li bir Çalışma Bakanının ve onun Müsteşarının kendilerine nasıl zarar verdiğini oku­yoruz. Yoldaş diye bildiği ve beraber yürüdükleri insanların, sendikanın parasını batakhanelerde nasıl yediğini öğreniyoruz.

Bütün bu anekdotlarla beraber değerlendirince ki­tap insanda müthiş etkilere yol açıyor. Ölen arka­daşlar, tutuklananlar, bedel ödeyenler, destek ve­ren gençler, şirketlerle beraber hareket eden idari, mülki amirler, onlara destek veren mahkemeler, bütün bunları görebiliyorsunuz. Ayrıca İsmet De­mir, gelecekte sendikacılık yapacak işçi liderlerine de olaylar karşısında nasıl tutum almaları gerektiğini söyleyen tavsiyelerde de bulunuyor. Bu hatıra­tın işçi, emekçi haklarıyla ilgilenen ve sendikacılık yapmak isteyen idealist gençlerin okuması gere­ken bir metin olduğunu düşünüyorum.

İsmet Demir, gelecekte sendikacılık yapacak işçi liderlerine de olaylar karşısında nasıl tutum almaları gerektiğini söyleyen tavsiyelerde de bulunuyor. Bu hatıratın işçi, emekçi haklarıyla ilgilenen ve sendikacılık yapmak isteyen idealist gençlerin okuması gereken bir metin olduğunu düşünüyorum.

Son olarak İsmet Demir’den sendikalarımızın hali pür melalini gösterecek ibretlik bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum ve aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.

Yurdumuzda işçi kuruluşlarının birleşmesinden yana olduğumuz için DİSK’e üye olmak için mü­racaat ettik. Kongrenizi yapın karar alın dediler. Biz de kongreye DİSK yöneticilerini davet ettik. Genel Başkan Kemal Türkler ve diğer yöneticiler kongreyi izlemek üzere İzmit’e geldiler. Kongrede kendilerine özel yer ayırttık. Konuşma hakkı tanı­dık. Kemal Türkler büyük bir tezahüratla kürsüye geldi, Alkışlar devam ediyor, DİSK lehinde devam­lı sloganlar atılıyordu. Görülmedik bir alkış tufa­nı içerisinde Kemal Türkler konuşmasını bitirmiş, diğer misafirler konuşmuş ve gündem gereğince DİSK’e katılma kararı alınmıştı. Şu kadarını belirte­yim DİSK diye alkış tutmaktan ellerimiz kızarmış, sesimiz kısılmıştı. Kongre biteli bir ay olmuştu. Sen­dikanın DİSK’e üyeliği kabul edilmemişti. Sorduk: “Neden üyeliğimiz kabul edilmedi” diye, aldığımız cevap enteresandı. “Siz sendika olarak Doktor Kı­vılcımlı ile berabersiniz. Biz Komünist sendikaları kabul etmeyiz” dediler. Biz “yazılı verin” dedik ise de cevap alma imkânı olmadı. Böylece üyelik işle­mi suya düşmüştü. Bu durumu öğrenen işçiler son derece sinirlendi ve kızdılar. Biz bu olayın böyle sonuçlanacağını tahmin ediyorduk…

DİSK yönetiminin kimlerin elinde olduğunu ve maksatlarının ne olduğunu daha anlaşılır duruma getirmek için ısrar etmiştik. O da açıklığa kavuş­tu. Bu konuda bir tecrübemiz daha vardı. DİSK’in kurulması için YİS (Yapı İşçileri Sendikası) olarak büyük gayret sarf etmiştik. Sendikaların bir araya gelmesi için çalışmalarda bulunduk. Ne var ki DİSK kuruldu, fakat bizi kurucu heyete almadılar. O za­man biz bir müddet neden alınmadık diye yöne­ticileri sıkıştırdıksa da cevap alamamıştık. Netice aradan geçtikten sonra açıklığa kavuştu. Konu: Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerinin temsil edildiği bu sendika kabul edilemezdi. Ve etmediler de…” (Demir, s.117)

Kaynak:

İsmet Demir, Grev ve Direnişler Üzerine, Anılar-De­neyler; İşçi Sınıfı Mücadelesinden Bir Kesit (1962-1975), Odak Basın, 1980.


[1] Konuşmanın ilgili kısmı için bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=K6I3X6wh6O4

Yorum bırakın